27 Ocak 2013 Pazar

Çekilişlere Gel!



Evet! Şu çekiliş olayına bayılıyorum. Kitap hediye almak ve etmek kadar eğlenceli hediyeleşme tahmin edemiyorum. Kitap severlere duyrulur! Çekiliş var... ;)

http://haleninharesi.blogspot.com/2013/01/kitap-cekilisim-var.html

http://kitaptelvesi.blogspot.com/2013/01/ask-yeniden-ii-rachel-gibson-ii-cekilis.html

http://www.kontesce.com/2013/01/kontesce-gulsah-elikbank-cekilisi.html

http://delansey.blogspot.com/2013/01/ikinci-yilimda-ikinci-hediye-cekilisim.html

http://mor-rimel.blogspot.com/2013/01/cekilis-zaman.html?spref=bl

http://sema-adnan.blogspot.com/2013/01/pasa-bagstan-1-izleyicime-canta.html?showComment=1359465497793#c6601256519817552377

http://www.iirem.blogspot.com/2013/01/cekilis-ay-cok-sirin-yastk-cekilisiiiii.html#comment-form

http://biricitinyeri.blogspot.com/2013/01/mrmaanadan-3-sansl-izleyicime-harika.html

http://biroylebirboyle.blogspot.com/2013/02/mini-cekilis.html#comment-form

http://kahvekokulukitap.blogspot.com/2013/02/2kitap-cekilisim.html?spref=bl


Bu Da Benim Kitap Çekilişim!

Yeni başlangıçları biraz alevlendirmek gerek diye düşündüm. Kitapseverlere bir çekiliş sunuyorum.

Başlangıç: 27 Ocak 
Bitiş: 27 Şubat

Sonuçları 27 ocak akşamı açıklayacağım. İşte çekilişe katılmanın şartları:

*Bloğumun takipçisi olmanız.
*Bu linki (varsa) bloğunuzda paylaşmanız. (Bloğunuz yoksa sosyal ağ hesabınızda paylaşmanızı rica ederim.)
*Paylaşımınızı bu konunun altında yorum yaparak belirtmeniz.

Not 1: Sosyal ağ (facebook, twitter) hesabınız varsa ve orada da bu konuyu paylaşmanız size +1 puan kazandıracaktır.
Not 2: Çekiliş sonunda kazanan kişiye paylaştığım kitaplardan istediği bir tanesini hediye edeceğim.
Not 3: Kitaplar bana ait olduğu için okudum ve altlarını çizdim. İkinci el olarak elinize ulaşacaktır.

Bol Şans...









26 Ocak 2013 Cumartesi

Adını Sen Koy




İçimde garip bir his var
Yüreğimde olur olmaz duygular
Farzedelim Küçücük bir oyun bu
Oynayalım bu oyunu
Tahmin edemedim sonunu
Adını artık sen koy

ilk selam mı yoksa; yoksa son veda mı?
başı belli sonu değil.
sanki bir telaşla koyulduk bir yola
anlatılır gibi değil.
bulamadım, cevabını duyamadım..

kulaklarımda sesin var
yüreğimde serptiğin tomurcuklar
sonuna kadar kuralsızca gitmek, herşeyi gözardı etmek;
selam mı, son veda mıdır, nedir? bunu bilmem gerek..

içimde garip bir his var,
yüreğimde olur olmaz duygular..
farzedelim küçücük bir oyun bu ,oynayalım bu oyunu
tahmin edemedim sonunu
adını artık sen koy.


24 Ocak 2013 Perşembe

Gülmek İsteyenlere





Allah'ım! Şu günlerde gülmeye işte bu kadar ihtiyacım vardı. Gülmekten yarıldım. 
Leyla İle Mecnun bu işi biliyor. ;)



22 Ocak 2013 Salı

Günün Sözü


Sevgili uykusuna gelirmiş aşıkların ,
Oysa benim uykum da
sensin uykusuzluğum da.
Bilmem ki daha nereye geleceksin ?

| Serdar Tuncer|

20 Ocak 2013 Pazar

Pamuk Şeker




 Bu sabah bi düşündüm de; bloğumda "Şöyle bir dolanırken bakın ne buldum!" ya da "Öyle esti bi bakıverdim." gibi bölümler açmalıyım.
  Bilgisayarım internette gezinirken rastladığım yazılar ve resimlerle dolu. Her biriyle sizi tanıştırmak istiyorum. İçim içime sığmıyor. Yeni blog açtım ya! Yeni klasör'ümün içine baktığımda beni eskilere götüren, kimi zaman ayrılığı tattıran, kimi zaman aşkı yaşatan paylaşımlara rastlıyorum. Sevgiyi, ayrılığı, değerlerimizi, ve daha bir çok duyguyu saniyelik geçişlerle yaşıyorum. Ah! Şöyle bir gezinmeler neler neler katıyor duygusallığıma. Seviyorum seni internet! Neyse internetle sevgi yaşamayı bir kenara bırakıp sadede geliyorum, ve bugün de pamuk şekeri düşündüm. Bildiğin pamuk şeker:  Bulutlara benzettiğimiz, ucuz, yemesi zevkli, ellerimizi ve dilimizi boyayan pufuduk şekerli şey. Biraz pamuk şeker resimlerine baktım  biraz videolarına... Bakın ne buldum! İşte can alıcı cümleyi de kurdum, artık yazımı bitirebilirim. ,
Blogdaşlarım! Şöyle bir dolanırken bakın ne buldum!


19 Ocak 2013 Cumartesi

Evlilik, Mutluluk Şalını Örmektir


Genç adam koşarak geldi:
- Özür dilerim hayatım, seni çok beklettim. Biliyorsun trafik çok, beni beklerken yoruldun mu? - Evet, bekledim, biraz da yoruldum; ama önemli değil canım. Ben artık senin huyunu öğrendim. Seni bu huyunla seviyorum. Bu yaştan sonra değişecek değilsin ya!
- Allah razı olsun ne kadar anlayışlısın. Aile mutluluğunun en önemli unsurlarından biri, eşlerin birbirlerinin yanlış davranışlarını anlayışla karşılamalarıdır. Bazıları eşlerinden sürekli hesap sorar.”Neden geç geldin?Nereye gittin? Nereden geldin? Sen söylesin, sen böylesin.Şunu şöyle yap, bunu böyle yap…” gibi küçük şeylerle mutluluklarını gölgelerler.
Gülücüklerle geçecek anlarını sıkıntıyla tüketirler. Kendilerini, eşlerini ve çocuklarını huzursuz ederler. Hâlbuki eşler, birbirini anlayışla karşılamak; küçük şeylerin hesabını sormamalıdır.
Eşin biraz geç gelmesi, sorumluluğunu yerine getirmemesi ya da istenilen bir şeyi yapmaması karşısında mutsuz olup yıpranmamalıdır. Küçücük bir sabır, birazcık anlayış ve hoşgörü kötülükleri görünmez eder.

Mutsuzlukları mutluluğa dönüştürür. Sıkıntıları feraha çevirir. Evlilik, saadet sarayını inşa etmektir. Mutluluk şalını ilmek ilmek örmektir. Sabır aşını hafif ateşte pişirmek, sonra da sevgi ve hoşgörüyle yemektir.

Mutluluk yolunun üzerin deki eneleri, kaprisleri, kin, nefret ve olumsuz duyguları ayıklamaktır. Genelde bizde “engelleri o ayıklasın düşüncesi” hâkim dir. Hep rahatta öne geçip hizmette arkada kalıyoruz. Hâlbuki hizmette öne geçip rahatta arkada kalmak çok güzel bir haslettir.

Cenab-ı Hak “bir yoldan bir diken dalını kaldırdığı için bir kişinin geçmiş ve gelecek günahlarını” bağışlamıştır.(Câmiü’s-Sâğir. 5777.)
Bu hadisten yola çıkarak eşlerin evlilik yolunun üzerindeki dikenleri kaldırmaları daha büyük günahların affına vesiledir. Erkek hanımına, hanım da beyine sevgiyle baktığında Cenab-ı Hak da onlara rahmet nazarıyla bakar.(Câmiü’s-Sâğir. 1977.)
Bir bakış, bir gülüş, küçük bir jest, anlayış ve hoşgörüyle eşinin gönlünü yapıp kalbini hoş tutarak Cenab-ı Hakk’ın rahmetine mazhar olabilir insan. “Aile fertlerine yapmış olduğun her iyilik onlara bir sadakadır.(Câmiü’s-Sâğir. 6339.)
Müslüman’a yakışan tavır, aile fertlerine iyilik yaparak sadaka sevabı kazanmaktır.Üstelik iyilik yapılan kişi can düşmanı değil, can yoldaşı olursa bu sevap daha da artar.
Evlilik, mutluluk şalını örmektir.

Kaynak: http://katre-isevgi.blogspot.com/2013/01/evlilikmutluluk-saln-ormektir.html

Ulu Orta




'seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin 
nazlanırsın ama bir gün gelirsin' 


düşen bir yaprağa bağladım hayatımı 
olsun artık diyorum ne olacaksa 
paralı asker miyim neyim ben 
ekleyip duruyorum sabahları akşama 
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor 
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta 
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim 
nasıl bir dostluk ki bu,hem kadim 
hem de mayhoş elma tadında. 

kendimi de koysam ayağımın altına 
yine de yetişemiyorum ey aşk, 
omzunun hizasına. 
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu 
ve ayağını kaldırıyor dünya,konuşurken benimle. 
budanan oğullar gibiyim,sessiz ve narin 
nereye konsam geri sayım başlıyor 
kurcalıyor beni bir çırağın elleri 
ah,unufak olsam ve desem ki 
ağzın tat görmesin hayat 
kandırdın beni. 

sorma, 
elim kırılsın bir daha 
dokunursam güneşe. 

kılpayı kaçırılmış bir şeyin 
bıraktığı ardında 
neyse oyum ben. 
yaralı serçe,benim için dua et; 
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde 
dr şükrü öncüoğlu'ndan 
üç ayda bir reçete. 

acıyan bir şeyim ben burdan çok uzaklarda 
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla 
çünkü nasıl birşey biliyorum itin taştan korkması 
bir yastık arıyorum kuş seslerinden 
mühim değil sonrası. 

sorma, 
yangın sönseydi suyla 
denizler her akşam böyle yanmazdı. 

yakartop oynayan melekler gördüm güneşle 
ve büyük çiftçiler gördüm dağları biçen 
yolundaydı herşey,ben bile yolundaydım 
ama 
kıyıya vardığımda 
kendimi unuttuğumu anladım 
karşı kıyıda. 

şiirler söyledim belki duyarsın diye 
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin 
sana seslendim durdum bu küçücük odadan 
acımı duy,sensin pusulam benim 
ki dünya 
silinmiş bir harita 
gibi yabancı bana. 

sorma, 
usulca uzandığında 
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

İbrahim TENEKECİ

Vefalı Olmak Ya Da Olmamak




İbrahim Tenekeci'den vefa üzerine yazılmış anlamlı bir yazı. 
Vefa kelimesi bir çok değeri kapsar. Dostluk, aile, mücadele, fikirler, duruş, yürüyüş...
Ki: Bu kavram şu sıralar aklımı yeterince kurcalıyor. Okuyunca kafamdaki tuğlalar sırasıyla yerine oturdu. Ve ben: Daha ne desem...
İyi  düşünmeler...

İtibar dergisinin aynı zamanda bir 'vefa müessesesi' olduğunu söylemiştik. Bundan dolayı, bazı kimseler, bizi kıyasıya eleştirmişti. Belli ki, vefa ile müessese kelimelerinin yan yana gelmesine alışık değillerdi. Oysa biz, bu ifadeyi, bir duruşun altını çizmek için kullanmıştık.

Büyük Türkçe Sözlük, vefa kelimesinin karşılığını şu şekilde veriyor: 'Sevgi, dostluk ve bağlılıkta sebat etmek, sözünde durmak.' Dikkat edelim: Tutma değil, durma.

Vefa ile müteveffâ kafiyelerinin çok sık kullanıldığı şu günlerde, aklıma ilk gelen söz, Mehmet Gündem'e ait: 'Vefaya veda etmeyin, iyilik gördüğünüz insanı unutmayın.'

Bir de yasal uyarı: Vefa, imandandır.

Öte yandan, kimse vefasız olduğunu kabul etmez. Herkesin kendine göre 'haklı bir gerekçesi' mutlaka vardır. Hatta eşi benzeri görülmemiş bir nankörlük içinde olanlar bile vefadan dem vurabilir. Necip Fazıl boşuna dememiş: 'Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor.'

Olumsuz örneklerin beni götürdüğü yer, tam olarak şurasıdır: Vefa, kendini bilmektir. Dönüp bakmaktır. Unutmamaktır.

Bunların kolay olduğunu elbette söyleyemem. Kolay olmadığı için, hep aynı noktaya geliyoruz; vefa ve vefat.

***

'Ayrılıktan şiddetle kaçınmak ve birlikte olmaya ısrarla devam etmek' nasihatine rağmen, insanların yolları ayrılabilir, öncelikleri değişebilir. Öncelik bahsi ve önem sıralaması, uzun bir listedir. Sözgelimi, siz, manzara olsun diye evinizin bahçesine ağaç dikersiniz. Bir başka arkadaşınız da, manzaranın önünü kapatıyor gerekçesiyle ağaçları kesebilir. Galiba budur.

Bize düşen, her türlü olumsuzluğa rağmen, vefa yokuşunu çıkmaya çalışmaktır. Yokuşun sonunda güzel bir şey olmayabilir, olsun.

İnancıma göre, vefa doğuştandır, vefasızlık ise sonradan edinilir. Mesela, "siyasette vefa yoktur" derseniz, vefasızlığı normal bir davranış gibi görmüş ve göstermiş olursunuz. Aynısı, hayatın her alanı için geçerlidir.

Denilir ki, insanın terbiyesi musibet anında ortaya çıkar. Vefalı olup olmadığımız da zor şartlarda, zor zamanlarda kendini belli eder. Üzerimizde hakkı ve hukuku olan insanların zor zamanlarında, onların yanında mıyız, yoksa başka bir yerde mi?

Az biraz mesafe aldığımızda, bizde emeği olanları görmezlikten geliyor muyuz?

Geliyoruz. Üzülerek söyleyelim ki, çeşitli ödeme biçimleri vardır ve bunlardan biri de vefasızlıktır.

Yapılan iyilikler, verilen emekler, elbette alacak hanesine yazılmaz. Fakat vefa diye bir şey varsa, ki var, işte o beklenir.

Emeklerden, iyiliklerden ve sözlerden kurtulmanın en kestirme yolu, maalesef, vefasız olmaktır.

Vefasız kimse, kıymetleri ve emanetleri kırarak, kullanarak ilerler. Oysa dünya taşınmaz maldır ve buradan götüreceğimiz şeyler bellidir.

***

Kusur aramaya başlarsak, kusursuz insan olmadığını görürüz. Aramayalım. Arayacaksak da, önce kendimizden başlayalım.

Yazılarımızı hep bu anlayışla kaleme alıyoruz. Ortanca çiçeğinin de, balyozun da taşkırangiller familyasından olduğunu bilerek.

Ve kadim kural: 'Tahammül eden, şikâyet edenden daha fazla itibar görür.'

İşte bundan dolayı, konuyla ilgili olarak, en kıymetli tavır, Hüseyin Kazım Kadri'nin şu sözüdür: "Dostlarınızdan bir vefasızlık görürseniz, onları sakın kırmayın. Üslup ile geri çekilin."

Bunu birkaç kez denedim. Tavsiye ederim.




17 Ocak 2013 Perşembe

Bana Soran Oldu mu?




“Dünya bir imtihan salonudur. İnsan ise sınanmaktadır, diyorsunuz. ALLAH bana sormadan karar vermiş ve beni yaratmış. Belki de ben, var olmak istemeyecektim... Buna ne dersin ?”
    “ Önce bir soru sormak istiyorum .. ALLAH’a inanıyor musun?”
    “İnanmıyorum!”
    “ Öyle ise bu soruyu sormaya hakkın yok.”
    “Neden?”
    “ Çünkü iman etmeyen bir kimse inanmadığı birinin kendisini dünyaya getirdiğine ve imtihan ettiğine de inanmaz, inanmamalı. Mantık bunu gerektirir. Aksi halde çelişkiye düşmüş olur. Sana doğrudan sual konusunu anlatmaya çalışmak abesle iştigaldir. Önce ALLAH’a iman meselesini konuşmamız gerekir. Kabul edersin veya etmezsin, bu sana kalmış.”
    “ Ya, ALLAH’a ve onun beni imtihan için yarattığına inanıyor, ama yinede bu soruyu soruyorsam?...”
    “ O zaman bu sorudan yaratıcının hükmüne razı olmamak gibi bir isyan manası çıkar.”
    “ Evet, diyelim ki ben inananlardanım, ama yinede soruyorum. Bana niçin var olmak istiyor musun diye sorulmadı?”
    “ Sana bu soru sorulamazdı, çünkü henüz sen yoktun. Olmayan birine soru sorulamaz. Yok olan var olamaz ki soru sorulabilsin. Yokluktakinin ne aklı vardır anlayacak, ne duyguları vardır hissedecek, ne de dili vardır söyleyecek.”
    “ Soru sormak için yaratabilirdi...”
    “ Evet, yaratabilirdi ve sen var olurdun. O zaman, yaratmış olduğu bir varlığa , “ Seni yaratmamı ister misin “diye sormanın hiçbir anlamı olmazdı. Zaten yaratmış ve sende var olmuşsun, niçin sorsun, bu aşamadan sonra sormanın ne anlamı olur.”
    “Benim fikrimi almadan var etmesi haksızlık değil mi?”
    “ Sen yoktun ki hakkın var olabilsin. Olmayan birinin hakkı da olamaz. Düşünsene sen ancak var olduktan sonra “ sen” oldun da “ benim hakkım diyebiliyorsun. Kaldı ki var olmak en büyük nimetlerdendir. Bunu niçin anlamak istemiyorsun’ Bütün iyilikler ve güzellikler varlıktan gelir. Bütün çirkinlikler ve kötülükler yokluktandır. Zenginlik varlıktır, fakirlik yokluk; malı olmayana fakir denir, olana değil. Sıhhat varlıktır, hastalık yokluk, yani sıhhatin yokluğu. Afiyet varlıktandır, musibet yokluktan, yani afiyetin yokluğundan. Bu örnekleri uzatmak mümkün...”
    “ Bana imtihan sonunda cehenneme gideceğim söylenseydi, ben hemen o anda yok olmak isterdim...”
    “ Sana cehenneme gideceğin söylenemezdi, çünkü bu durumda imtihanın anlamı kalmazdı. Sınıfta kalacağını kesin bilen bir öğrenci sınava bile girmek istemez. Nitekim şimdi de hiç kimse cennete mi, cehenneme mi gideceğini bilmiyor.
    Seni dünyaya gelişine pişman eden ne? Sahip oldukların mı? Başına gelen belalar, musibetler ve hastalıklar mı? Bunların hepsi gelip geçicidir. Böyle olmasa bile dünya hayatı sayılı günlerden ibaret olduğu için, ondaki kötü hallerde geçip gidecektir. Hem de bu dünyada iyilikler asıl, kötülükler ve çirkinlikler ayrıntıdır. Niçin hep yok olanlara, sana gelen kötülüklere ve çirkinliklere bakıp duruyorsun, birde sahip olduğun güzelliklere bak. Varlık, hayat, insanlık gibi büyük nimetleri tattın. Gerçi sahip olmadığın güzellikler de var, bir de senin olanlara baksana!
    Şunu da düşün ki, sana gelen ve hoşuna gitmeyen haller senin itirazınla yok olacak değiller. Bu isyanınla yok olacak bir tek şey var, oda senin imanındır. Yani sana ebedi saadet kapısını açacak olan anahtarın.
    Seni isyana ve itiraza sevk eden sebeplerden biri de şu; Günahlara dalmışsın, bu dünyada ilahi emirlere tabi olmak istemiyorsun, nefsinin arzuları peşinde koşmak istiyorsun, ama cehennem azabından da korkuyor, onu her fırsatta hatırlıyor, acı çekiyorsun.
     ALLAH ile savaşacağına nefsinle savaş, onu ıslah etmeye çalış. Tövbe kapısı her zaman açık, oradan girmeye ne mani var? Tövbe suyuyla yıkanda temizlerden ol, günahlarla zaten kirlenmişsin, birde isyana bulaşıp iyice kararma! Evet bu dünyaya isteyerek gelmedin, isteyerek de gitmeyeceksin. Getiren getirmiş götüren götürüyor. Gitmek istemeyince burada kalacak değilsin. Şu halde seni yaratanın iradesine tabi ol. İman et ve rahatla. Başka çıkış yolun yok , tek gerçek bu anlıyor musun?! “

Kaynak: http://bookworm-bilgeadam.blogspot.com/

16 Ocak 2013 Çarşamba

Stephen William Hawking



Stephen William Hawking (8 Ocak 1942Oxford), İngiliz fizikçi ve evrenbilimci , astronom , teorisyen ve yazar.
Hawking sekiz yaşındayken, Kuzey Londra'dan 20 mil uzaktaki St Albans'a gitti. 11 yaşında St Albans okuluna kayıt oldu. Buradan mezun olduktan sonra babasının eski okulu Oxford Üniversitesi kolejine devam etti.
Babasının tıpla ilgilenmesini istemesine karşın, o matematiği seviyordu. Fakat okulun matematik bölümü mevcut değildi. Bu yüzden onun yerine fiziköğrenimi görmeye başladı. Üç yıl sonra doğa bilimlerinde birinci sınıf onur madalyasıyla ödüllendirildi.
Hawking daha sonra Kozmoloji (Evrenbilim) üzerine çalışmak üzere Cambridge'e gitti. O zamanlar Oxford'da evren bilimi üzerine çalışma yoktu. Cambridge'de danışman olarak Fred Hoyle'u istemesine karşın Dennis Sciama atanmıştı. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, daha sonra Gonville and Caius College'de profesör asistanı oldu. 1973'de Gökbilim Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Hawking Uygulamalı matematik veKuramsal fizik bölümüne geçti. 1979'dan sonra matematik bölümünde Lucasian matematik profesörü oldu. Bu profesörlük 1663 yılında üniversite parlemento üyesi olan Henry Lucas tarafından kurulmuştu. İlk olarak Isaac Barrow sonra 1669'da Isaac Newton'a verilmişti.
Hawking, evrenin temel prensipleri üzerine çalıştı. Roger Penrose ile birlikte Einstein'ın Uzay ve Zamanı kapsayan Genel Görelilik KuramınınBig Bang'le başlayıp karadeliklerle sonlandığını gösterdi. Bu sonuç Kuantum mekaniği ile Genel Görelilik Kuramı'nın birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu yirminci yüzyılın ikinci yarısının en büyük buluşlarından biriydi. Bu birleşmenin bir sonucuda karadeliklerin aslında tamamen kara olmadığını, fakat radyasyon yayıp buharlaştıklarını ve görünmez olduklarını ortaya koyuyordu. Diğer bir sonuç da evrenin bir sonu ve sınırı olmadığıydı. Bu da evrenin başlangıcının tamamen bilimsel kurallar çercevesinde meydana geldiği anlamına geliyordu.

Stephen Hawking 1960'ların başında 21 yaşındayken tedavisi olmayan Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığına yakalandı. Motor nöronların zamanla yüzde seksenini öldürerek sinir sistemini felç eden; ancak beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmayan bu hastalık, Hawking'i tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm etti. Ünlü bilim adamı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Kuantum fiziği ve kara deliklerle ilgili iddialarıyla, bugün yaşayan bilim adamları arasında dünyada en çok tanınan isimdir. Kitapları, 40 dile çevrildi; evrenle ilgili çılgın teorik bilgilerini popüler hale getirmek için gereken maddi bağımsızlığı sağlayacak ve Cambridge Üniversitesi'ndeki uygulamalı matematik ve teorik fizik laboratuvarını geliştirecek kadar da sattı. Hawking, hastalığıyla gizemli bir kişilik oluşturmaktadır. Son kitabı “Ceviz Kabuğundaki Evren”de, dünyanın büyük bir felaket ile karşı karşıya kalabileceğini belirterek uzayda insan kolonileri kurulmasını gündeme getirmişti. Bir fenomen haline gelen ve milyonlarca satan “Zamanın Kısa Tarihi: Büyük Patlamadan Karadeliklere” kitabı, Hawking'e asıl şöhreti getirmişti. İlk kitabının yayımlanmasından bu yana gerçekleşen önemli buluşların ardındaki sırrı açığa çıkaran “Ceviz Kabuğundaki Evren”, “Zamanın Kısa Tarihi”nin bir devamı sayılabilir. Yeni kitabıyla yazar, bizleri çoğu kez gerçeklerin kurmacadan daha şaşırtıcı olduğu teorik fiziğin en üst noktalarına çıkarıyor ve evrenin temel ilkelerine dair anlaşılır yorumlarda bulunuyor. Görelilik kuramından zaman yolculuğuna, süper kütle çekiminden süpersimetriye, kuantum teorisinden M-Kuramı’na ve bütünsel beyin algılanımına kadar evrenin bilinen en kışkırtıcı sırlarına kapı aralayan kitap, Einstein’in “Genel Görelelik Kuramı” ile Richard Feynman'ın çoklu geçmiş düşüncesini birleştirerek evrende olup bitenleri tanımlayabilecek eksiksiz ve tek bir teori geliştirmeye çalışıyor. Okur, kitabı bir bilimsel eser olarak algılayabileceği gibi, rahatlıkla bir bilim–kurgu romanı gibi de değerlendirebilir. Hawking'in “karmaşık önermeleri günlük yaşamdan çekip aldığı analojilerle resmetme becerisi” buna imkân tanımaktadır.2012'de 'Büyük Tasarım'Adlı kitabını da çıkartmıştır.Kitaplarında genellikle 'TANRI'nın varlığını inkar eden Stephan Hawking bu kitabında bir yaratıcı olabileceğini bilimin ışığında kaleme almıştır...
Stephen Hawking, Einstein’dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilmektedir. 12 onur derecesi almıştır. 1982'de CBE ile ödüllendirilmiş, bundan başka birçok madalya ve ödül almıştır. Royal Society'nin ve National Academy of Sciences (Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi (N.A.S.)) üyesidir.
Stephen Hawking yazdığı çocuk kitaplarıyla birlikte çocukları etkileyip onları evrenbilime yanaştırmıştır. Yazdığı kitaplar çocukların hayal dünyasını da genişletmiştir.

Kaynak: wikipedia

Neden Tanrı'yla Bu Kadar Takıntılısınız?




 

   Bugün bir videoya rastladım ve bu vesileyle Stephen Hawking'i bir kere daha sorguladım. Onu daha yakından tanımama sebep olan şey ise bir Ateiste sorduğu şu soruydu: Neden Tanrı'ya bu kadar takıntılısınız? Aslında benim de aklıma sıkça takılan bir soruydu bu. "Neden?"
  İtiraf etmeliyim ki, ateistlerin sıkça dile getirdikleri "Beyninizi kullanın" sloganı Tanrı'nın varlığına bizi bir adım daha yaklaştırıyor. Bilimdeki her şey özellikle de Uzay ve Kuantum fiziği bize onu apaçık gösteriyor. Dini doğmatik ve kalıplaşmış gören bazı insanlar, insan ruhunun özgürleşmesi gerektiğini savunuyorlar. Aslında özgürleşmek Tanrı'yı bulmaktan geçer. Bu da doğmatik ve kalıplaşmış şeyleri defalarca tekrarlamaktan ziyade O'nu aramakta ve yaşamakta saklıdır. Yani O'na ulaşmak ancak ve ancak, tüm bunların birleşmesiyle olacaktır. O'nu araştırmak, O'nu öğrenmek ve O'nu yaşamak. İşte şu küçük bedenlere sıkışıp kalmış olan biz insancıklar ancak ve ancak O'nu yaşayabildiğimizde özgürleşmiş olacağız.
   "Stephen Hawking Tanrı'ya inanıyor mu?" sorusu hala tartışılagelirken, ben onun öne sürdükleriyle özgürleşmeye bir adım daha yaklaşılabileceğine inanıyorum. Evren ve Onun temeli, Başlangıç, Son, Zaman gibi kavramları çözebildiğimizde aklımız ile belli mesafeleri katedebileceğiz.  Fakat tekrar ediyorum ki; Tanrı yalnız akıl ile bulunmaz. Demek ki, beyni kullanmak da yetmez. O halde ihtiyacımız olan şey nedir?
  Geçenlerde bir radyo programında dinlemiştim. Şöyle diyordu sunucu; akıl ile aşık olunmaz. Ve  insanoğlunun dünyaya (ilahi)  aşk için geldiğini savunan bendeniz Stephan Hawking'i (fikirlerini) araştırmaya ve sizinle de paylaşmaya karar verdim. Buyrun, iyi düşünmeler...

Mutluluğaa Boya Beni






Yarım kalmış bir tabloda çiçek bahçeleri içinde bir şato ve uzayıp giden bir orman... Nedense bir ressam bu manzarayı ve çizdiği 3 karakteri yarım bırakmış: boyanması bitmiş Toupins, birkaç rengi eksik kalmış Pafinis ve sadece eskiz çizgilerinden ibaret Reufs. Aralarında en güçlüsü olduğunu fark eden Toupins bir anda resmin kontrolünü eline alır. Yarım kalan resme uyum ve düzenin gelmesi ancak ressamın resmini bitirmesiyle mümkündür; fakat asıl can alıcı soru da buradadır: Ressama ne olmuştur? Neden resmini tamamlamadan gitmiştir?

Fransız yapımı animasyonun yönetmenliğini aynı tür kısa filmleriyle tanınan Jean-François Laguionie üstleniyor.



Not: Yukarıdaki yazıda yalnızca film tanıtımı yapılmıyor. Filmin tanıtımının yanında kendinize soracağınız cevapları çok şeyi değiştirecek soruları da içeriyor. Bu film üzerine çok şey yazabilirdim; fakat bunları size bırakıyorum. İzledikçe ve sadece izlemekle kalmayıp aynı zamanda da düşündükçe keşfedeceğiniz çok şey saklı. Özellikle de "Ressam nerede?" sorusunda bu cevaplar gizli. İyi seyirler... İyi düşünmeler...


10 Ocak 2013 Perşembe